DİNLEYİN ORGENERAL BAŞBUĞ - ALINTI- AHMET ALTAN
Edep sınırlarını epeyce aşan, saygısız ve küstah bir üslupla bizi “hainlikle”, “mütareke basınından da beter olmakla” suçladınız.
Ciddi bir ülkenin ciddi bir genelkurmay başkanı, birisini “hainlikle” suçladığında mutlaka elinde kanıtlar vardır ve hainlikle suçlanan adam derhal bu ağır suçtan yargılanır.
Ama siz ciddi biri olmadığınız, mahalle kahvehanesinde konuşur gibi aklınıza geleni söyleyip, suçlamalar uydurduğunuz için, hayatlarını “asker yandaşlığına” hasretmiş bir iki utanmaz yazar taslağından başka kimse sizi ciddiye almadı.
Söyledikleriniz en fazla, “hain olduklarını genelkurmay başkanından öğrendiğim adamlar kanıma dokunduğu için onları vurdum” diyecek bir yeni yetmenin herhangi bir girişimine “altlık” olmaktan fazla bir anlam kazanmadı.
“İhanet” ciddi bir suçtur.
Darbe planı hazırlamak “ihanettir” mesela.
1 Mayıs’ta insanların üzerine ateş açmak ihanettir.
Ülkeyi “kaos ortamında” tutmak için katliamlar düzenleyip karışıklıklar çıkarmak ihanettir.
Danıştay cinayetinde, kamera görüntülerini silerek bütün ülkeyi yanıltıp çatışmaları kışkırtmak ihanettir.
Dağlıca baskınında, resmî belgelere de yansıdığı gibi PKK militanlarının geçeceği yolun üstündeki mevzileri boşaltıp, onca çocuğun ölümüne yol açmak ihanettir.
Aktütün’de, gelen PKK’lılar “uydu görüntüleriyle” saptandığı halde saldırıyı caydıracak önlemler almayarak karakoldaki çocukları ölüme teslim etmek ihanettir.
Bu “suçların” bir kısmı bugün artık yargıda.
Diğerleri de Türkiye demokratikleştikçe teker teker yargının önüne çıkacaktır.
Şimdi gelelim, sizin bizi “hainlikle” suçlamanıza yol açan Sarıyayla baskınına.
Bence de burada bir ihanet ve hainlik var.
Ama hainlik “o çocuklar neden öldü” diye sormak değil.
Hainlik, o çocukları ölüme terk etmek.
Şamil Tayyar ve Adem Yavuz Arslan, “anayasa reformlarını engellemek amacıyla kaos çıkartmak için PKK’nın baskınlar düzenleyeceğini” yazarak nerelere baskın yapılacağını da liste halinde sıraladı.
Önce bu iki yazarın işaret ettiği Giresun’da patladı mayın.
Sonra Tunceli’deki karakol baskını geldi.
Ve, çocuklar o baskında öldü.
O baskının bütün hikâyesini, nasıl olduğunu, nasıl geliştiğini bugünkü sürmanşetimizde yazdık.
Oradaki karakol komutanıyla yardımcısı ve yanlarındaki neferleri, arkadaşlarını kurtarabilmek için sonuna kadar yiğitçe mücadele etmişler.
İnandıkları bir dava ve inandıkları bir meslek için canlarını vermişler.
Böyle yiğit ve fedakâr insanlar, dostlarının da düşmanlarının da saygısını kazanırlar.
Peki, siz ne yaptınız?
Tunceli’de baskın yapılacağını gazete yazarları bile bilirken, bu konudaki bilgiler bütün “yetkililere” bildirilmişken siz nasıl bir önlem aldınız?
Size emanet edilen o çocukları ölümden kurtarmak, o baskını daha gerçekleşmeden durdurmak, baskını düzenleyenleri caydırmak için ne tür hazırlıklar yaptınız?
Bu soruya açıkça cevap vermeye sizin cesaretinizin yeteceğini sanmıyorum, onun için ben cevaplayayım.
Hiçbir önlem almadınız, hiçbir hazırlık yapmadınız.
Savunmasız bir yere, savunmasız bir şekilde kurduğunuz karakoldaki çocukları savunmasız bir şekilde bıraktınız.
Karakoldaki çocuklar, ellerinde yeterli imkân olmadığı için PKK’lıların civardaki evlere sızdıklarını bile zamanında fark edemediler.
Neden o çocukları korumadınız, neden baskın yapılacağını bile bile onları yetersiz silahlarıyla o dağın başında yalnızlığa terk ettiniz?
Neden baskın yiyen karakola “ambulans” bile geldiği halde “yardım edecek” kuvvetler gelmedi?
Nasıl oluyor da komutanızdaki ordu, bir ambulansın gittiği yere ulaşamıyor?
O çocukları “yağmur yağdığı” için koruyamadığınızı söylediniz, askerlik tarihinde bir komutan için bundan daha utanç verici bir açıklama olduğunu sanmıyorum.
Bu açıklamadan sonra o bölgedeki karakollarda bulunan çocukların “yağmur yağdığında” neler hissedeceğini, aklı eren biri size anlatsın.
Şimdi onu bunu suçlamayı bırakıp, sizi general yapan bu ülkeye anlatın, neden bir “kaos planının” parçası olan saldırıları önleyecek tedbirler almadınız, neden o karakoldaki çocukları yetersiz silahlarla, yetersiz imkânlarla orada bıraktınız, neden o çocukların yardımına ambulanstan bile sonra gittiniz.
Bütün bu olaya baktığınızda “ihaneti” nerede görüyorsunuz gerçekten siz; bunları yazanlarda mı, o çocukları korumayanlarda mı?
Siz, yapayalnız bıraktığınız, savunmasız koduğunuz, yardım göndermediğiniz, arkadaşları için yiğitçe ölen o çavuşun ve diğerlerinin ailelerine ne diyeceksiniz?
Öldü o çocuklar.
Söyleyin bize general, kimin yüzünden öldüler, hangi “hainliğe” kurban gittiler...
Edep sınırlarını epeyce aşan, saygısız ve küstah bir üslupla bizi “hainlikle”, “mütareke basınından da beter olmakla” suçladınız.
Ciddi bir ülkenin ciddi bir genelkurmay başkanı, birisini “hainlikle” suçladığında mutlaka elinde kanıtlar vardır ve hainlikle suçlanan adam derhal bu ağır suçtan yargılanır.
Ama siz ciddi biri olmadığınız, mahalle kahvehanesinde konuşur gibi aklınıza geleni söyleyip, suçlamalar uydurduğunuz için, hayatlarını “asker yandaşlığına” hasretmiş bir iki utanmaz yazar taslağından başka kimse sizi ciddiye almadı.
Söyledikleriniz en fazla, “hain olduklarını genelkurmay başkanından öğrendiğim adamlar kanıma dokunduğu için onları vurdum” diyecek bir yeni yetmenin herhangi bir girişimine “altlık” olmaktan fazla bir anlam kazanmadı.
“İhanet” ciddi bir suçtur.
Darbe planı hazırlamak “ihanettir” mesela.
1 Mayıs’ta insanların üzerine ateş açmak ihanettir.
Ülkeyi “kaos ortamında” tutmak için katliamlar düzenleyip karışıklıklar çıkarmak ihanettir.
Danıştay cinayetinde, kamera görüntülerini silerek bütün ülkeyi yanıltıp çatışmaları kışkırtmak ihanettir.
Dağlıca baskınında, resmî belgelere de yansıdığı gibi PKK militanlarının geçeceği yolun üstündeki mevzileri boşaltıp, onca çocuğun ölümüne yol açmak ihanettir.
Aktütün’de, gelen PKK’lılar “uydu görüntüleriyle” saptandığı halde saldırıyı caydıracak önlemler almayarak karakoldaki çocukları ölüme teslim etmek ihanettir.
Bu “suçların” bir kısmı bugün artık yargıda.
Diğerleri de Türkiye demokratikleştikçe teker teker yargının önüne çıkacaktır.
Şimdi gelelim, sizin bizi “hainlikle” suçlamanıza yol açan Sarıyayla baskınına.
Bence de burada bir ihanet ve hainlik var.
Ama hainlik “o çocuklar neden öldü” diye sormak değil.
Hainlik, o çocukları ölüme terk etmek.
Şamil Tayyar ve Adem Yavuz Arslan, “anayasa reformlarını engellemek amacıyla kaos çıkartmak için PKK’nın baskınlar düzenleyeceğini” yazarak nerelere baskın yapılacağını da liste halinde sıraladı.
Önce bu iki yazarın işaret ettiği Giresun’da patladı mayın.
Sonra Tunceli’deki karakol baskını geldi.
Ve, çocuklar o baskında öldü.
O baskının bütün hikâyesini, nasıl olduğunu, nasıl geliştiğini bugünkü sürmanşetimizde yazdık.
Oradaki karakol komutanıyla yardımcısı ve yanlarındaki neferleri, arkadaşlarını kurtarabilmek için sonuna kadar yiğitçe mücadele etmişler.
İnandıkları bir dava ve inandıkları bir meslek için canlarını vermişler.
Böyle yiğit ve fedakâr insanlar, dostlarının da düşmanlarının da saygısını kazanırlar.
Peki, siz ne yaptınız?
Tunceli’de baskın yapılacağını gazete yazarları bile bilirken, bu konudaki bilgiler bütün “yetkililere” bildirilmişken siz nasıl bir önlem aldınız?
Size emanet edilen o çocukları ölümden kurtarmak, o baskını daha gerçekleşmeden durdurmak, baskını düzenleyenleri caydırmak için ne tür hazırlıklar yaptınız?
Bu soruya açıkça cevap vermeye sizin cesaretinizin yeteceğini sanmıyorum, onun için ben cevaplayayım.
Hiçbir önlem almadınız, hiçbir hazırlık yapmadınız.
Savunmasız bir yere, savunmasız bir şekilde kurduğunuz karakoldaki çocukları savunmasız bir şekilde bıraktınız.
Karakoldaki çocuklar, ellerinde yeterli imkân olmadığı için PKK’lıların civardaki evlere sızdıklarını bile zamanında fark edemediler.
Neden o çocukları korumadınız, neden baskın yapılacağını bile bile onları yetersiz silahlarıyla o dağın başında yalnızlığa terk ettiniz?
Neden baskın yiyen karakola “ambulans” bile geldiği halde “yardım edecek” kuvvetler gelmedi?
Nasıl oluyor da komutanızdaki ordu, bir ambulansın gittiği yere ulaşamıyor?
O çocukları “yağmur yağdığı” için koruyamadığınızı söylediniz, askerlik tarihinde bir komutan için bundan daha utanç verici bir açıklama olduğunu sanmıyorum.
Bu açıklamadan sonra o bölgedeki karakollarda bulunan çocukların “yağmur yağdığında” neler hissedeceğini, aklı eren biri size anlatsın.
Şimdi onu bunu suçlamayı bırakıp, sizi general yapan bu ülkeye anlatın, neden bir “kaos planının” parçası olan saldırıları önleyecek tedbirler almadınız, neden o karakoldaki çocukları yetersiz silahlarla, yetersiz imkânlarla orada bıraktınız, neden o çocukların yardımına ambulanstan bile sonra gittiniz.
Bütün bu olaya baktığınızda “ihaneti” nerede görüyorsunuz gerçekten siz; bunları yazanlarda mı, o çocukları korumayanlarda mı?
Siz, yapayalnız bıraktığınız, savunmasız koduğunuz, yardım göndermediğiniz, arkadaşları için yiğitçe ölen o çavuşun ve diğerlerinin ailelerine ne diyeceksiniz?
Öldü o çocuklar.
Söyleyin bize general, kimin yüzünden öldüler, hangi “hainliğe” kurban gittiler...
En son Itri tarafından Cuma Mayıs 07, 2010 8:39 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi